yeni kurumsal iktisat (tarihi)

Yeni Kurumsal İktisat (Tarihi)

Kurumların toplumların iktisadi gelişimindeki önemi neredeyse herkes tarafından vurgulanan genel bir kabul, genelgeçer bir saptama haline gelmekle birlikte bu iddiayı ileri sürenler bunun tam olarak nasıl olduğu hakkında doyurucu, ciddiye alınabilecek bir tarihsel açıklama ve ikna edici bir analiz getirememektedirler (bu savı ileri süren Douglas North'a iktisat Nobel'i verilmiş olsa bile). Yeni kurumsal iktisatın ve yeni kurumsal iktisat tarihinin günümüzde iktisat tarihi yazını içinde ana akım haline geldiği bir ortamda bu eksikliğin sürmesi şaşırtıcıdır. Salt bu nedenle bile iktisat tarihi çalışmalarında örtük ya da açık bu yaklaşımın izlerini, ön kabüllerini, varsayımlarını izlemek, analiz etmek gereklidir. Gerçekten de "(neoklasik) iktisat emperyalizminin" son aşaması olan yeni kurumsalcılığın nasıl herşeyi açıklayan bir anahtar niteliğine büründüğü (iktisat disiplininin kendi iç dinamikleri ile) ve bu savın ne ölçüde doğruyu yansıttığı (kuramsal konumu ve gerçeklikle ilişkisi içinde) değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme, “bu yaklaşım, içinde çok farklı yaklaşımları barındıyor ama” eklektisizminin ötesine geçmeli, gerçekte epey sınırlı olan söz konusu tematik çeşitliliğin üzerine inşa edildiği varsayımların ve anlayışların temel bazı özelliklerinin neden ve nasıl günümüzde üretilen ana akım iktisat tarihi yazınında açık ya da örtülü, bilinçli ya da bilinçsiz sürekli yinelendiğini sergilemelidir.

Bu baskın etkiye (ya da akademik modaya mı denmeli?) iki açıdan bakılabilir. Birincisi ve bence daha verimlisi iktisat kuramı açısından, ikincisi tarih kuramı açısından olabilir. Aslında tarih ve tarihyazımı açısından bakmak çok verimli olmayacaktır. Çünkü ya olgusal ve tarihsel tutarsızlıklar ve temel yanlışlarla (kimisi temel mantıksal hatalardır) karşı karşıyayızdır ve/ya ana akım iktisat kuramı tanımı ve doğası bakımından tarihsiz ve toplumsuzdur, tarihyazımını (Marc Bloch'un tanımıyla konusu toplumsal değişimi incelemek olan disiplin olarak) olanaksız hale getirmekte, yalnızca ana akım iktisadı değil "tarih"i de tarihsizleştirmektedir.

Yine de burada esasen yeni kurumsal iktisat tarihçiliğine tarihçilik ve tarihyazımı (ve Eric Hobsbawm'ın deyimiyle "tarihçiler için iktisat") açısından yöneltilen bazı eleştirilere değineceğim. Ancak bunu yaparken yeni kurumsal iktisadın ve içinden çıktığı neoklasik iktisadın temel önermelerine de eğilmek kaçınılmaz olacaktır.

“İktisatçılar önceleri daha fazla miktarda toprak, emek, fiziki ve beşeri sermaye gibi girdiler ile bu girdilerin verimli bir biçimde kullanılmasını sağlayan teknolojik ilerlemeleri iktisadi büyümenin temel nedenleri olarak kabul ediyorlardı.” Günümüzdeyse: “girdilerin miktarı ve verimlilik artışları ile toplumsal ve siyasi ortam yani dolayısıyla kurumlar” daha fazla ilgi çekmektedir (Ş. Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, 2014). Bu saptama doğru olmakla birlikte bunun nedenini 1970’lerin siyasi iklimiyle 1980’lerden beri içinde yaşadığımız siyasi ve ideolojik iklim arasındaki farkı hesaba katarak düşünmek gerekir. Örneğin "kapitalizm" teriminin ana akım iktisat kitaplarında yer bulamaması yeni olmasa da (onun yerine "hür teşebbüs", "piyasa ekonomisi", vb. terimler yeğlenmiştir) yenilerde "ekonomik büyüme" teriminin tarihin başlangıcından günümüze tüm ekonomik sistemleri niteleyen bir terim olarak kullanılması kapitalizmi hava ve su kadar doğal ve olağan bir toplumsal ve ekonomik sistem olarak kabul etmenin ideolojik bir yansımasıdır. Doğalsa böyle gelmiş böyle gider, herhangi bir değişim beklemek boşunadır (tarih toplumsal değişimi inceliyorsa bu durumda tarihyazımına da gerek kalmaz). Bu ideolojik anlayışa göre insan (ve hayvan - bkz. E. O. Wilson ve sosyobiyoloji tartışmaları) toplumlarının başlangıç durumu piyasadır. Dolayısıyla iktisat tarihi yalnızca tarihin başlangıcından beri bazı toplumlarda (genellikle Batı toplumları kastedilir) ekonomik büyüme neden vardır, diğer bazılarındaysa (genellikle Batı dışı toplumlar kastedilir) neden yoktur ikiliğine (ya da totolojiye) indirgenir (bkz. D. Acemoğlu ve J. A. Robinson, Ulusların Düşüşü, 2013).

"Ekonomik büyüme" ile "kurumsal evrimi" ilişkilendiren Douglas North olmuştur. Bu ilişkilendirme çığır açıcı bulunmuş olmalı ki İsveç Merkez Bankası kendisine 1993 yılında Nobel iktisat ödülünü vermiştir. North, ilkin neoklasik iktisadın tarihsel bir bakış açısından yoksun olduğu eleştirisinin ardından bunu önce göreli fiyatlar ve demografik dalgalanmalar üzerinden, ardından mülkiyet hakları ve işlem maliyetleri üzerinden okumaya çalışmış, en sonunda davranışsal iktisat yoluyla E. O. Wilson'un sosyobiyolojisiyle ilişkilendirmeye kadar vardırmıştır. Kısaca, North'a göre tarih bir kurumsal evrim öyküsüdür. Bireylerin ya da ulusların geçmişte yaptıkları seçimler bugünü ve geleceği belirler (patika bağımlılığı, Acemoğlu ve Robinson bunu “kıtasal kayma” benzetmesiyle de karşılamaktadır). Kurumlar insanlar arasındaki işbirliğini biçimlendiren (inceleme birimi insandır, toplum insanların toplamından oluşur, neoklasik iktisatın bu metodolojik bireyciliği toplumsuzlaştırmaya yol açar), ticaretten elde edilen faydaları yakalamayı sağlayan kurallar ve kısıtlardır. Her kurum büyümeye yol açmaz, bazıları durgunluğa yol açar. Kurumlar insanların önündeki seçim setini tanımlar ve kısıtlar (teşvik eder ya da köstek olur). Yani iktisat bir seçim bilimidir (L. Robbins'in rasyonel seçim kuramı). Ekonomik büyümeyi işlem maliyetini düşüren kurumsal çerçeveler sağlar. Örneğin mülkiyet hakları bu gibi bir kurallar dizisidir. Belli mülkiyet hakları çerçeveleri (özel mülkiyet) ekonomik büyüme sağlarken buna uymayan mülkiyet hakları çerçeveleri ekonomik büyümeyi baltalar. Dolayısıyla tarihsel değişim aslında kurumsal değişimdir. Rekabet ya da göreli fiyat değişimleri ya da mülkiyet hakları çerçeveleri daha etkin kurumların ortaya çıkması için teşvik ya da köstek olarak tarihsel farklılıkların ortaya çıkmasına neden olur.

Kısaca özetlenen bu yaklaşıma çok farklı çevrelerden eleştiriler yapılmıştır. Bu eleştirilere geçmeden önce söylenmesi gerekir ki bazısı esaslı bu eleştiriler hakim ana akım tarafından çoğunlukla görmezden gelinmektedir. Bu sessizlik ancak hakim ideolojik ortamla ve neoklasik iktisat kuramının bu ideolojiyle olan yakın hatta simbiyotik ilişkisiyle açıklanabilir (genel kuramsal ve tarihsel bilgisizlik, ve yerleşik kariyer beklentilerinin ve kurumsal çıkarların kendini yeniden üretmesi yanında).

Genel olarak North’un yaptığının neoklasik iktisat teorisini toplumsal ve tarihsel ilişkilere doğru işgalci bir biçimde yaymak (iktisat emperyalizmi) olduğuna işaret edilmiştir (Fine ve Milonakis, From Economics Imperialism to Freakonomics, 2009; Boldizzoni, The poverty of Clio: resurrecting economic history, 2011). Dolayısıyla yöntemsel bireycilik, fizik ya da biyoloji ile belirlenimciliğe varan benzetimler (analojiler) genel olarak yöneltilen eleştirilerdendir. Hobsbawm bunu güncel iktisat kuramını geçmişe doğru yansıtmak olarak da nitelemiştir. Daha somut olarak örneğin piyasanın kendisinin de neden bir kurum olarak değerlendirilmediği, neden varsayıldığı sorgulanmıştır. Bunun “en başta piyasa vardı” varsayımıyla kapitalizmin doğallaştırılmasına, normalleştirilemesine yarayacağının altı çizilmiştir. Böylesine bir varsayımın "neden bazı yerlerde piyasa var da bazı yerlerde yok?" sorusuna, buradan da kültürel (yanlış din, ör. Konfüçyus), coğrafi (yanlış yer), siyasi (yanlış devlet türü) belirlenimcilik ve indirgemeciliğe yolaçtığı vurgulanmıştır. Ayrıca açıklamadaki totoloji de çarpıcıdır: kurumlar aracılığıyla bir iktisat kuramı ortaya çıkarmaya çalışırken aynı iktisat kuramını kurumların ortaya çıkmasını anlatmak için kullanmak çevrimsel bir açıklamaya yol açar. Bunun bir açıklama ya da analiz değil, eksiklikler ve yanlışlıklar barındıran basit bir betimleme olduğu belirtilmiştir. Sürekli karşımıza çıkan ve iktisat ve diğer toplum bilimlerine de yayılmış bir anahtar terminoloji vardır: kıtlık, araçsal rasyonalite, ekonomik etkinlik, dışsallıklar, işlem maliyetleri, vb.

Öte yandan mülkiyet hakları rejimi tüm piyasa mübadelesinin temelini oluşturur, kaynak kullanımının etkinliğini belirler. İyi tanımlanmış mülkiyet hakları (özel mülkiyet hakları kastedilir) işlem maliyetini azaltır, etkinliği/verimliliği artırır. Etkin özel mülkiyet hakları, ortak mülkiyetin etkin olmaması nedeniyle ortaya çıkmıştır, özel mülkiyet rejimi kıt kaynakların verimli kullanımını sağlar (bkz. Hardin, ortak varlıkların trajedisi). Bu anlayış keskin bir ikiliğe yol açar: mülkiyet özel olmalıdır, özel değilse yoktur. Gerçekte özel mülkiyet tarihsel olarak gözlemlenen mülkiyet türlerinden yalnızca biridir (ve hiçbir zaman sınırsız ve kısıtsız olmamıştır): devlet, kamu, kolektif, ortak mülkiyet çeşitleri hem tarihte hem de günümüzde bile gözlemlenebilmektedir. Ayrıca mülkiyet ya da mülkiyet hakları yerine "mülkiyet ilişkileri" kavramının mülkiyet haklarının toplumsallığını ve tarihselliğini açıklamak için daha iyi bir kavramsallaştırma olduğu da vurgulanmıştır. Burada altı çizilen mülkiyetin insanlarla şeyler arasında bir ilişki değil, esasen insanlarla insanlar arasında, yani toplumsal bir ilişki olduğudur (Milonakis ve Meramveliotakis, "Homo economicus and the economics of property rights: History in reverse order." Review of Radical Political Economics, 45(1), 5-23, 2013).

Yeni kurumsal anlatının çevrimsel mantığı karşılaştırmalı bir tarihyazımına da elverişli değildir. Anlatının genel mantığı "Avrupa şimdi gelişmiş olduğuna göre onun kurumları etkin, iyi, verimli olmalıdır; Afrika geri kalmış olduğuna göre onun kurumları hantal, kötü, verimsiz olmalıdır" gibi önermelere dayandığı için karşılaştırmalı bir tarihyazımına da gerek kalmaz. Avrupa tarihi, kendi içinden tahrikli bir ekonomik büyüme, bir "Avrupa mucizesi" anlatısına dayanır (K. Pomeranz, Büyük Ayrışma, 2023). Avrupa mucizesi, iyi gelişmiş piyasaların, insan sermayesinin, özel mülkiyetin, sanayileşmenin, hatta elverişli ortak varlıkların hepsinin Avrupa’da bulunmasıyla açıklanır. Dolayısıyla politika reçetesi, Batı dışı yerlerde Avrupanın mucizevi kurumlarının (başta özel mülkiyet olmak üzere) benimsenmesidir. Tüm bunlardan sonra akla ister istemez gelen soru, tüm bu paketin 1950'lerin Soğuk Savaş döneminin modernleşme kuramından ne farkı olduğudur. North'la Rostow'un arası o kadar da uzak değildir. Modernleşme kuramı geri dönmüştür.


You'll only receive email when they publish something new.

More from yücel terzibaşoğlu
All posts